AKL (Akıl):
İdrâk kuvveti, doğruyu
yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet.
... Akıl, sâhibini iyiliğe
götürür, kötülükten alıkor. Aklı olgunlaşmadıkça kişinin dîni doğru ve îmânı
kâmil (olgun) olmaz. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Sizin akılca en
üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. En güzeliniz, Allahü teâlânın emir
ve yasaklarına riâyet edeninizdir. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Kişi güzel ahlâk ile
gündüz oruç tutup gece ibâdet edenler derecesine ulaşır. Fakat akılca kâmil
(olgun) olmadıkça, ahlâkı kâmil olmaz. Aklı olgunlaşınca, îmânı da olgunlaşır.
(Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Akıllı kimsenin, dünyâ
ile ilgili bir menfaati kaçırdığı zaman, bunu kendine gam ve üzüntü yapması
uygun değildir. Çünkü üzülmekle ele bir şey geçmez. Fazla üzülmek akla zarar
verir. (İbn-i Hibbân)
Akıl göz gibidir, din
bilgileri ışık gibidir. Akıl yalnız başına din bilgilerini, faydalı ve zararlı
şeyleri anlayamaz. Bunun için Allahü teâlâ, peygamberleri ile râzı olduğu,
beğendiği yol olan İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği peygamberlerin gö
nderilmesiyle tamamlandı. (İmâm-ı Rabbânî)
Akıl ile anlaşılan
şeyler, his uzuvları ile anlaşılanların üstünde olduğu ve bunların yanlışını
çıkardığı gibi, yâni his uzuvlarımız, akıl ile anlaşılan şeyleri anlıyamayacağı
gibi, akıl da, Nebilik makâmında anlaşılan şeyleri kavramaktan âcizdi r.
İnanmaktan başka çâresi yoktur. (İmâm-ı Gazâli)
Akl-ı Feâl:
İşrâkiyye (Yeni
Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup,
yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan
mertebe.
Felsefecilerin akl-ı
feâl dedikleri yalnız onların hayâllerinde bulunup, kısa akılları ile ortaya
attıkları bir şeydir. İslâm bilgilerine uymamaktadır. Bunların bozuk
inanışlarına göre, insan sıkışınca Akl-ı feâle yalvarır, Allahü teâlâdan bir
şey is temez. Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yoktur derler.
Bunlar sapık fırkaların hepsinden daha aşağıdırlar. (İmâm-ı Rabbânî)
Akl-ı Meâd:
Ebedî rahata kavuşmak,
Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh
etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren
akıl.
Akl-ı meâd,
peygamberlerde (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) ve evliyâda bulunur. Akl-ı meâdı
kuvvetlendiren şeyler, ölümü ve âhireti düşünen kimselerle bulunmaktır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Bir kimsenin nefsi
mutmainne olunca yâni bütün varlığı ile Rabbine dönüp İslâmiyet'in emirlerine
baş kaldıramaz hâle gelince, aklı da, akl-ı meâd olur. (Muhammed Ma'sûm-i
Fârûkî) (Bkz. Akl-ı Selîm)
Dâimâ Allah adamları ile
berâber olmak, akl-ı meâdın artmasına sebeb olur. (Behâeddîn-i Buhârî)
Akl-ı Meâş:
Yemek, içmek, evlenmek,
helâl, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin râhatını ve nefsin
menfaatini düşünüp, âhireti düşünmeyen akıl; akl-ı meâdın zıddı.
Akl-ı meâş, dünyânın
geçici lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek, kin ve
düşmanlık gibi) hâlleri kalb hastalığı saymaz. Akl-ı meâş kısa görüşlüdür.
Akl-ı meâşı, mala düşkün ve dünyâya bağlı olanlar beğenir. (İmâm-ı Rabbânî)
Akl-ı Sakîm:
Kısa görüşlü akıl.
Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve çok kere pişmanlığa
sebeb olan akıl.
Akl-ı sakîm bâzan
doğruyu bulur, bâzan yanılır. Yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse,
mütehassıs (uzman) olduğu dünyâ işlerinde bile çok hatâ eder. Bu sebeble din ve
sonsuz olan âhiret işlerinde akl-ı sakîme güvenilmez. Düşündükleri şeylerde ve
yaptıları işlerde yanılır. Hepsi üzüntüye ve pişmanlığa, zarâra, sıkıntıya
sebeb olur. (Abdülhakîm Arvâsî) Herşeyi akl-ı sakîmle çözmek isteyen kişi,
Tahta ayak takmış kimselere benzer. Kısa aklına uydurmak ister her işi, Dün
yaptığını, bugün bozmak ister. (İmâm-ı
Rabbânî)